6 Mayıs 2016 Cuma

CANI ÖLDÜRESİYE SIKKIN

   İnsan durup dururken katil olur mu demeyin, oluyormuş. Bugün, bu hayatımın, belki de ömrümün son günü. Yaşantım tüm tekdüzeliğiyle birlikte yolunda. Şükretmem gerektiğini iyi biliyorum. Ama bunu yapamayacak kadar çok sıkıldım. Böyle söylememem gerektiğinin de farkındayım. Nankörlüğün bir cezası olsa gerek. Tüm bu farkındalıkların oluşturduğu huzursuzluk atmosferinde bir aşağı bir yukarı salınıyorum. Hissettiklerim tam anlamıyla mide bulantısı ve baş dönmesi. Yarından ve yarının getirebileceklerinden korkuyorum. Her gecenin bir sabahı olur yalanı var ya. Hani bazı geceler bitmek bilmez. Güneş doğar ortalık aydınlanır ancak içinin karanlığı kaybolmaz. Benimki ise tam tersi, gün öyle aydınlık öyle parlak, her şey öyle yolunda ve o yol öyle düz ki manzarayı izleyemeyecek kadar kamaşmış gözlerim, hiçbir şey seçemiyorum. Bu biraz da tatlı yemeye benziyor. İlk lokmanın lezzeti yemeye devam ettikçe yerini dilinde acılık bedeninde ise uyuşuklukluk hissine bırakır ya hani. Iste anlatmak istediklerim tam da bunlar. Umarım içinde bulunduğum ruh halini yeterince açıklayabilmişimdir. Anlaşılabilmem çok önemli. Çünkü yarından sonra başıma gelebileceklerin sorumluluğunu tamamen üzerime alacağım ve cezamı tek başıma zaten çekeceğim. Bu yeterince ağır gelecektir bir de insanların yersiz suçlamalarına katlanamam. Beni anlayın, anlamalısınız.
..............................
"Abi ayarladılar mı kadınları?"
"Oğlum hem de gerçek Rus lan!"

    İşte bilmem kaç yıllık aşkı bitiren mesaj bu idi. Gidince de "neden?"li sorular. Telefonda engelledim bu sefer ordan burdan; "tatlım neden cevap vermiyorsun, bir şey mi oldu?" mesajları. Her birini cevapsız bırakıp ondan olabildiğince uzağa kaçtım. Ben öyle kendine güveni tam, cesareti korkularından ağır biri değilim. Üstelik hayatımın hiçbir döneminde aptal olmadım. Olmamıştım. İşler ne kadar ciddileşirse ciddileşsin bir gün beni aldatma ihtimalinin yüzde yüz olduğuna inandığım bir adamla birliktelik düşünemezdim. Tabi ki o gün her şey yolun başındayken son buldu. Üzüldüm ancak aklım şiddetle başıma geldi. Öyle ki ağlayamadım bile. Ama o nasıl bir karar veriş ve huzurdur! Sonrası.. o tam bir muamma. İşte bununla evlenilir dediğim adamı buldum ve evlendik. Başlarda çok eğleniyorduk. Her şey öyle mükemmel görünüyordu ki bunun bir sonu olabileceğini; üstelik bu şekilde bitebileceğini hiç düşünemezdim. Son zamanlarda inişi bol günler yaşıyorduk. Kavgalarımızın ardı arkası gelmiyordu. Sudan sebepler asıl problemlere maske oluyor ve daha da şiddetli bir kavganın önüne geçiyordu. Ama geçecekti, her evlilikte olurdu böyle şeyler. Kahvelerimizi yan yana yudumlarken yarım bıraktığımız film serisini izlemeye başlayacaktık yeniden. Belki de bir çocuk.. Daha gezilecek çok yer, yapılacak çok şey var deyip de kaçındığımız ufaklık, belki de o onaracaktı ilişkimizin kırıklarını. Ama bu değildi olması gereken. Akşam iş çıkışı eve geldiğinde maskeler ortadan kalkmıştı ve celladımla yüz yüze gelmiştim. Ve bu birliktelik her akşam olduğu gibi, yemek sonrası kavgalarımızdan herhangi biri ardından evi terk etmesi ile son bulmayacaktı.
......
"Seni seviyorum, inan bana hep sevdim. Ama yetmiyor işte, olmuyor. Affet sevgilim."
    Son kez duyduğum sözler bunlardı. Bir zamanlar sevdiğim, güvenip de ruhumu adadığım adamdan duyduğum son sözler. Ardından hiç bitmeyecekmiş gibi gelen uğultu ile karışık tiz bir çınlama sesi. Böyle hayal etmemiştim oysa ki. Nerede benim için ağlayan, ağıt yakan çocuklarım, sevdiklerim? Acı, dayanılır gibi değil. Ben ne yaptım, ne oldu? Sesler neden bu kadar çabuk kesildi. Ne uğruna, ne için, neden?

...........................
    İşten döndüğümde, ona vermiş olduğum anahtarı ilk kez kullanmış olduğunu fark ettim. Salonda, tekli berjere oturmuş, bacak bacak üzerine atmış, duvarda asılı resme bakıyordu. Koyu renk takım elbisesi ile, ne mor renkli tay tüyü kaplama berjere, ne de çeşit çeşit mumlar ve tütsülerle tıka basa dolu odaya uyum sağlıyordu. Resimdeki kız ise üzerinde rengarenk tüllerden ibaret elbisesi; uzayın karanlığında asılı duran devasa arslanın bacağına yaslanmış, sanki az sonra bu odada yaşanacaklardan haberdar, turkuaz rengi gözleri ile bizi izliyordu.
"Hayırdır aşkım, sen bu saatte gelmezdin."
   Berjerin üzerinde ufak bir kıpırdanma oluyor ancak sessizlik devam ediyor. Tablodaki kız gülümsemeye başlıyor.
"Hayatım neden cevap vermiyorsun?"
   Kollarımı boynuna dolamak için ona doğru eğildiğim sırada elindeki kanlı bıçağı görüyorum.
"Öldü artık. Seviyordum ama olmadı işte. Seni daha çok seviyorum lütfen beni affet!"
   Aniden ayağa kalkıyor ve bıçağı tuttuğu kolunu geriye doğru açıyor. Çığlık atmak üzere ağzımı açtığım anda yerde kanlar içinde yatan bedenimi görüyorum. Hava buz gibi. Üzerimde uçuşan tüller, yanımda duran arslanın yumuşak tüylerine sokuluyorum.
O ise kanlar içindeki bedenimin yanına uzanmış tavana bakıyor. Gözleri bir açılıp bir kapanıyor. Ayağında rugan ayakkabı; bu adam bu eve hiç yakışmıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder