4 Mayıs 2016 Çarşamba

VEDA-11 (Oktay'ın gözünden)

   Hastaların muayenesi bittiğinde saat bire geliyordu. Odanın dışında, ancak her zaman olduğu gibi kapının hemen ilişiğinde sonuç göstermek için gelmiş olan birkaç kişi vardı. Bir tanesi içeri girmek üzere kapıyı araladı. Çoktan öğle arası olduğunu ve mola vereceğimi söyledim. Acıkmıştım. Ömür’ü aradıktan sonra yemekhaneye gidecektim.
   Hat, ikinci çalıştan sonra meşgule düştü. Onu daha önce bu saatlerde hiç aramamıştım. Çoğunlukla bir önceki gece mesaj atardı ve iş çıkışı buluşurduk. Tekrar aramam doğru olmazdı. Odadan çıkmaya çalıştığım sırada, kapıda bekleyenlerde hareketlenme oldu, aldırış etmeden aralarından geçip çıktım. Bir dal sigara, bir saattir kulağımın arkasında duruyordu. Onu, dudaklarımın arasına götürüp, binadan çıkar çıkmaz yaktım. Art arda iki derin nefes çektim. Beş, altı nefes sonra izmarit haline gelmişti, yemekhanenin giriş kapısının aksi yönüne doğru fırlattım.
  Kapıdan geçer geçmez bamya kokan bir nem bulutu yüzüme çarpmıştı. Menüyü öğrenmeden buraya kadar geldiğime söylenerek birkaç adım attım ve içeride tanıdık bir yüz olup olmadığına baktım. Yoktu. Dışarı çıktım. Bir sigara daha yaktım. Poliklinik binasının yanındaki çay ocağına oturdum. Yakınlardaki dönerciyi arayıp, soslu kaşarlı bir buçuk dürüm söyledim.
   Telefonu kapattığım sırada omzumda bir elin baskısını hissettim. Gelen Fikret’ti.“Naber Oktay?”  dedi. Sesi hala kısık ve de gıcırtılı çıkıyordu.  “İyilik abi.”  dedim, nasıl olduğunu sordum. Aslında Fikret ile aramızda pek yaş farkı yoktu. Aynı fakülteden mezun olmuştuk. Benim, iki-üç dönem üstümmüş. Ama dökülen saçları ve özellikle oturduğu zamanlarda dışarı taşmaya çabalayan, gömleğin yeterince örtemediği gergin göbeği nedeniyle benden oldukça yaşlı görünüyordu. Yarım çerçeve gözlüğünü çıkardı, masanın üzerine koydu.  Plaketlerin, burun kökünde bıraktığı kırmızı basınç izlerini sıvazlamaya başladı. Uzunca bir süre, havanın bunaltıcı sıcaklığından dert yandıktan sonra; “Bugün poliklinikçiyim. Sabahtan beri iki yüz küsür hasta bakmışım. Millete laf anlatmaya çalışmaktan ses mes kalmadı. Şu hale bak!” dedi. Aslında sesi haftalardır böyle gıcırtılı çıkıyordu. Fazla konuşmayla alakası olmayabilirdi. “Bi gün gel de kontrol edeyim.” dedim ve sigara paketini uzattım. Almayacağını biliyordum. Daha önce onu hiç sigara içerken görmemiştim.  
    Ben, bir tane yakmaya çalışırken çakmak takıldı. Bir süre masanın kenarına sürterek, yerinden çıkmak üzere olan vidasını oturtmaya çalıştım. İşe yaramamıştı. Bu sırada, ocakta çalışan, saçları jöleli ve ince suratlı oğlan, elinde tepsi ile yanımıza geldi. Tepsinin üzerinden iki tane çay alıp masanın üzerine bıraktı. Sonra da kıvrak bir hareketle belinden çokça aşağılara sarkmış, yırtık pırtık kot pantolonunun cebinden çıkardığı çakmağı, yakarak uzattı; “Hocam, buyur!”
  Fikret, sigarayı çok içtiğim üzerine konuşma yapmaya başlamıştı ki sipariş ettiğim dürümler geldi. Yarım olan parçayı Fikret’e sundum. Geri çevirmedi. Şaşırmamıştım. Saat buçuğa geliyordu. Beş dakikada iki dürümü yuvarladıktan sonra, “görüşürüz abi.” deyip kalktım ve bir sigara yaktım. Poliklinik binasının kapısının önünde izmariti söndürerek, içeriye girdim. Koridor hınca hınç doluydu. Üzerimde önlük olmasa asla aşamayacağım bir insan kalabalığını, yine de yoğun bir çaba ile geçebildikten sonra odama girdim, numaratörün düğmesine bastım. Ellerinde kağıt, üç kişi itiş kakış içeri daldı.
devamı gelecek... ;) 
ÖNEMLİ NOT: Sigara sağlığa çok zararlıdır. Ciddiyim bak, içmeyin sakın! Başta sana söylüyorum T.K. :)

1 yorum:

  1. En küçük an ve ayrıntılar,izliyormuşum gibi geldi.(Sigara sağlığa zararlıdır);iyi uyarı

    YanıtlaSil