31 Mart 2016 Perşembe

HERKESİN AKLI KENDİNE

 Bizler büyük dünyanın küçük insanlarıyız. Boyumuzdan büyük işler peşindeyken esas sorunlarımızı çözmekte yetersiz kalanlarız.
 Dünya küçüldü dedikleri koca bir yalan. Asıl küçülen insanlığımız. Yaptıklarıyla şeytana bile şapka çıkarttıran, aramızda barındırdığımız asalakların kemirdiği insanlığımız.
 Bizler mi? Bizler pikselleri izleyip neşelenen, pikselleri izleyip kilobaytlarca dert biriktirenleriz.
 Dünyanın bir ucunda olana, dünyanın diğer ucundan faydası dokunacağına inanırken bile yanı başındaki çığlıklara kulak tıkayanlarız.
 Aklı olan, kaçırmamaya baksın çünkü başkasının aklı senin bedenini koruyamıyor artık.


29 Mart 2016 Salı

NE DİYEBİLİRİM Kİ!

  Hayatı nefes alır gibi yaşayan insanlar var. Öylesine, sırf mecbur olduğundan.  Hissetmeden, farkında olmadan hiçbir şeyin ya da hiçbir şeyi umursamadan. Ne acısı derin, ne de mutluluğu içten. 
 Her gün yanından geçtiği kirli üst başlı ve de suratlı, parlak gözlü çocukları görmezden gelip, içinde bir yerleri acımadan yoluna devam edebilen. 
 Bugün memlekette, dünyada ne oldu acaba diye merak etmeden koca bir gün geçirip; akşam olunca dizisini, yarışmasını, maçını izleyen sonra da başını yastığa koyar koymaz horlamaya başlayabilen.
 Uykuları kabuslar ile bölünmeksizin sabahlara kadar uyumaya devam edebilen.
 Yarın ne olacağının garantisi hiçbir zaman yoktu, evet. Ama yine de yarına dair endişelerini bir kenara koyup da bu anı yaşayabilen.
 Benim başlığını okumaya bile dayanamadığım bazı haberleri soğukkanlılıkla, kılı kıpırdamadan ayrıntısıyla okuyabilen, boğazı düğümlenmeden anlatabilen...
 Ve daha nice nicesi...
 Kimseyi yargılamıyorum. Aksine onlardan biri olmayı hiç bu kadar çok istememiştim. Amacım moral bozmak da değil, bu günlerde bana kalmaz zaten. Sadece paylaşmak istedim.

28 Mart 2016 Pazartesi

SÖZÜM TAKINTI DERECESİNDE PİŞMANLIK DUYANLARA

  Olacak olur.
  Başımıza gelen üzücü bir olayda geçmişe takılıp, kendini paralamanın bir yararı yok. "Neden ben, neden böyle oldu!" diye isyan etmenin de. Durumun ciddiyetine, şiddetine göre alışmak, kabullenmek zaman alır belki ancak şunu bilmek gerek; olacak olur.
  Kaza videolarını izleyince şunu fark edersiniz; çoğu bağıra bağıra gelir. Anlık bir dikkatsizlik, yanlış tercih ve geri dönüşsüz hasarlar, kayıplar. Önlemini alırsın, çok dikkatli olursun ancak biz insanız, robot değil. Hataya açığız. Yanlış tercihler yapabiliriz. İsyan etmek olanı geri çevirmez. Önce ruhen sonra da fiziksel olarak insanı yıpratır ve direnci kırar. Çözüm üretmeyi zorlaştırır.
  Ne kadar akıllı, mantıklı bir insan olduğuna inanırsan inan; aklın tutukluk yaptığı anlar da olabiliyor. Diyorum ya, insanız. Bazen iş işten geçtikten sonra yaptığımız tercihe hayret edip kalabiliyoruz.
  Hayat öğrenme ve sınanma alanı. Nefes aldığımız gün öğrenmeye başlıyoruz ve aklımız yeterli olduğu müddetçe yaptığımız her şeyden sorumluyuz. 
  Dünyaya karşı, kendimize karşı, çevremizdeki herkese, her şeye karşı sorumluluklarımız var ancak bu demek değil ki hata yapmamak için dünyadan soyutlanıp bir köşeye sinelim. Yaşayacağız, yaşarken pek çok hata yapacağız. Hatalarımızı telafi etmek için uğraşacağız yeri gelecek telafi edeceğiz, yeri gelecek elimizden yapacak başka bir şey gelmediğini fark edeceğiz. İşte o noktada hayatımıza devam edebilmemiz gerekiyor. Hata noktasına takılıp kalmanın kimseye bir faydası yok.
  Sözüm yanlış tercihleri, hataları dolayısıyla takıntı derecesinde pişmanlık ve üzüntü duyanlara. "Kural tanıma, salla gitsin, dünyanın anasını ağlat yine de sıkma canını!" gibi bir sonuç çıkmasın. Tabi ki de böyle bir şey kastetmiyorum ;)

25 Mart 2016 Cuma

ÇOCUKLUK GELECEKTİR

  Çocukluktan kalma uzun bir zaman dilimi.
  O zamanlar da bu gezegene delicesine tutkunum. Eve girmek nedir bilmiyorum. Girdiğimde ise kapı, pencere neresi olursa; açık bulduğum ilk fırsatta kaçıyorum.
  Mahalledeki tüm kedi yuvalarının yerini biliyorum. Ellerimin üzeri yeni doğmuş yavruların annelerinin tırnak izleriyle dolu. Karnım zırt pırt kuduz aşısı yapılmaktan mor berelerle bezenmiş.
  Evimiz zemin katta. Kapının önü köpeklerin uğrak yeri. Annem artık benden köşe bucak ekmek kaçırıyor.
  İlk ektiğim tohum bir elma çekirdeği. Sonra ayva, karpuz… Ne bulursam toprağa sokuşturup duruyorum ve sonu hep hüsran. Çocuk unutur derler ya öyle değil, hepsinin hayal kırıklığını tek tek hatırlıyorum.
  Anneme ilk götürdüğüm çiçek buketi, anaokulu çıkışı evden çok uzaktaki mezarlıktan topladığım kardelenler ile yaptığım. Geç kaldım diye kızacak korkusuyla eve koşuşum ve yüzünde gördüğüm mutluluk ifadesinin bendeki yarattığı şaşkınlık…  Her anı keyifliydi.
  Doğma büyüme Orduluyum. Köyümüz kış hariç tüm mevsimler yemyeşil. Çocukluğumda yaz kış, insanı da kurdu kuşu da çok olurdu. Şimdi olduğu gibi yazdan yaza ziyaretlerden ibaret değildi şenliği. 
  Şehri pek sevmezdim. Köyün hayalini kurmaya ilkbaharın gelişiyle başlardım. Evciliklerimiz bile ağaç tepelerinde ya da orman kıyısında, köşesinde olurdu bizim. Öyle üzülüyorum ki en iyi haliyle bile dört duvar arasında geçen çocukluklara. 
  Bir yaz yine kuzenler toplandık, belgesel hazırlıyoruz muhabbetine ince bir dere boyunca bir kilometre kadar aşağıdan yukarıya tırmanıyoruz. Birimizin elinde çalı çırpıdan yapma kamera, diğerinde güya mikrofon; gördüğümüz kurbağaları, koca koca sülükleri, börtü böceği inceliyoruz. Şimdi biliyorum ki dünyanın en güzel kanyonunda geziyor olsam bile o anki heyecanı, tadı vermeyecektir.
..................
  Ben şanslı bir çocuktum; güzel bir çocukluk geçirdim, şanslı çocuklar tanıdım. Şimdi hepsi mutlu yetişkinler oldu ve mutlu çocuklar yetiştiriyorlar. 
   
  

16 Mart 2016 Çarşamba

13.03.2016 :(

 Üç gün önce kor ve cam parçaları yağan gökyüzünden bugün kar tanecikleri serpiliyor. 
 Kızılay'da gövdesi yanmış ve dalları kırık olan eşlerine rağmen şehrin dört bir yanında bahar dalları ve meyve ağaçları çiçek açmış. 
 Hava soğuk, buz; içimde ise sönmek bilmeyen bir yangın...
 Yavrularımız, kardeşlerimiz, şehitlerimiz; bu dünyadan apansızın göçüp gidenlerimiz. Gidişinize rağmen biz, umarsızca yaşamaya devam ediyoruz. 
 Allah sevdiğini kaybedenlere dayanma gücü versin.




11 Mart 2016 Cuma

DERT, ÇÖZÜM DEĞİL

 -Dertsizler kervanında, eşeğin sırtındaki çulu yük sanıp ağlaşan, ağzı gözü yamuk develer gibiyiz. Üstelik kervan da, deve de, eşek de biziz; yol da bizim, çul da.

 Birkaç hafta öncesine kadar uykusuzluktan yakınıp durduğum yaklaşık bir ömür geçirmiştim. Uyuyamama illetinden ise her şeyi dert edinmeye vazgeçmem ile kurtuldum. (Belki de bahar etkisi, bilemiyorum.)

  Aslında pratikte değişen bir şey yok. Hayattaki tüm gedik ve kıyısı köşesi tırtıklanmış parçalar yerli yerinde duruyor. Ben ise artık ne yaşadığım ve gördüğümle değil de ne hissettiğimle ilgilenmeye başladım. Üstelik karar bile almadan, durup dururken. İyi olacağım diye bir gayem yoktu. Yaşantımı değiştiremezdim. İstediğim bu değildi. Sadece herhangi bir sebeple ortaya çıkan ve içimi kemirmeye kalkışan kimyasalı hissettiğim anda, bir yerlerde saklanan serotonini salacaktım ortaya. 

 İşe yaradı. Hem de oldukça. Zaten dert dediğin nedir? Gördüm ki yeri geliyor, benim gözyaşı döktüğüm bir şeye dünyanın bir ucunda, başka bir insan evladı güle oynaya sarılabiliyor; ben de en azından bir iki göz kırpayım, tebessüm edeyim dedim. Yüzüne gülümsediğim ne varsa ışıldamaya başladı. 

  Yine de dert sadece sahip olduğundan ibaret olmuyor, acıya ortak olma olayı da var. Bazen sırf etrafındaki birilerinin acılarına ortak olma adına onlarla birlikte ağlıyorsun. Halbuki ağlayan bir suratın kime, ne faydası var? Herkes çözüm ister ya da en azından umutlanmak, gülmek, güldürülmek. Ya da ağlarken bir parça mendil, dinleyen bir çift kulak. (Aslında teki de yeter. Biz ki suya derdini anlatan bir milletiz.)  Benim ise bırakın güldürmeyi, gülmekten utandığım zamanlar oluyor. Yaptığım yanlış belki bilemiyorum ama mutlu olabilmek, huzur bulmak adına tamamen duyarsızlaşmak hiç doğru olmasa gerek. 

  Uykularını kaçırmayacak kadar hüzün, insanlıktan çıkmayacak kadar mutluluk... 

  Bu kadar ölçülü yaşamak mümkün mü ya da insan yapısına uygun mu peki? 

  Aslında birer hamur parçası gibiyiz; yoğrulmaya, şekilden şekile girmeye müsait. Niyeti kötü olmayan, iyi kalpli ama bir o kadar da mutlu bir insanın dünyaya ya da insanlığa bir zararı olduğunu sanmam. Hatta karamsar, acıların evladı kalıbından sıyrılamamış ve bu şekilde faydası dokunacağını zanneden bir budala olmaktan çok çok daha iyidir diye düşünüyorum. 

  Çocuklar kadar saf ve temiz bir dünyaya uyanmak dileğiyle. (İmkansız olduğunu bile bile istemek...)

5 Mart 2016 Cumartesi

İKİ KAP, BİRKAÇ SIĞIR

   Dolmuştan inip kaldırıma adım atmamla, yere kapaklanmam bir olmuştu. Yine de şükürler olsun ki, kafamdan önce ellerim, üstelik bir balgam öbeğinin tam göbeğine değil de iki santim kadar kenarına kondu. O mikrop yuvasında,  yere abanmış ne kadar bekledim bilmiyorum. Bana bir ömür gibi gelen süre zarfında bir insan evladı da gelip el uzatmadı. O an bile ne kadar da domuz olduklarını düşünmeyip, saydamlığıma lanet okudum. Oysa bundan daha ilgi çekici bir düşüş olmazdı. Üstelik insan, ömründe kaç kere birinin düşüşüne şahit oluyordur ki, hiç bir şey olmamış gibi tırıs tırıs uzaklaşıp gitsin.

   Elimdeki market poşeti kaldırımın diğer ucuna, umumi çöp kovasının dibine fırlamıştı. Avuç içlerimde oluşan çiziklerden ince, ince kan sızıyordu. Dizlerimdeki acı, utancımı bastıracak şiddetteydi. Zorlanarak doğruldum ve kaldırımın tozlu yükseltisine oturup ayaklarımı asfalta doğru uzattım. Ne arkamda gelip geçmeye devam eden insanlar, ne karşımda vızıldayan araçlar, ne de poşetten dışarıya saçılmış olan plastik kaplar... Artık hiçbir şey umurumda değildi. Başladım ağlamaya. Yıllardır içimde biriktirip büyüttüğüm tüm acıların şerefine, bir daha ağlayabilecek takatim kalmayıncaya dek, dünyanın bir yerlerinde kopan fırtınalarla yarışırcasına ağladım. Omzuma dokunan o ince parmakları hissettiğim anda ise sustu dünya. Diğer elinde kağıt mendil, uzatmış bana bakıyordu. Gözlerinde acıma, şefkat ya da benzeri herhangi bir duygu ifadesi göremedim. Yardım etmeye programlı bir robotla bakışıyordum sanki. Mendili alıp teşekkür ettim. Ciddiyetini hiç bozmadan, ufak bir baş eğme hareketi sonrası yanımdan uzaklaştı.


   Doğruldum, burnumu sildim. Yere dökülen ıvır zıvırı, market poşetini ve sümüklü mendili çöp kovasına atıp evime doğru yol aldım.

BENİM KÜÇÜK DÜNYAM


Minik avucumda durur dünya;
Kah rengarenk, kah saydam.
Dünyamın ardında gülümser annem,
Sözcüklerinde sevgi saklıdır.
Meraktır ve bitmeyen sorgu sualdir,
Bilinmezliklerle dolu zihnim.
Işıltısı sonsuz bakışlarımdan,
Daha da çocuktur kalbim,
Kalbimden de temizdir,
Benim bir avuçluk dünyam.